Çağla Ural: Hayalimde Amerika Yoktu Ama...
Çağla Ural, Almanya’da doğdu. İlköğrenimine Almanya’da başlayıp daha sonra Türkiye’de devam etti. Marmara Üniversitesi İşletme bölümünü, daha sonra da Marmara Üniversitesi Bankacılık Anabilim Dalı Yüksek Lisans programını bitirdi. Özel finans kurumları ve bankalarda çalıştı. 1996 yılında eşi ile birlikte ABD’ye yerleşti, Birleşmiş Milletler’de görev aldı. ABDPOST.COM editörü Esra Öziskender, Çağla Ural ile sürükleyici bir söyleşi yaptı.
Esra Öziskender'in haberi
Yazarlık kariyerine, bir roman tercümesi ile başlayan Çağla Ural, Katherine Howe’ın kitabı Galeyan’ı (The Physic Book of Deliverance Dane) Türkçeye çevirdi. Ardından ilk romanı VE MÜZİĞİN SUSTUĞU AN yayınlandı (2014), İkinci romanı ESİR ŞEHİRDE BİR KADIN (2018) ile ses getiren yazar eşi ve iki oğlu ile New Jersey’de yaşamakta.
EÖ: Çağla'cım, Hanedan mı? Sıradan mı? Senin sorunu ben sana sorayım. İkinci kitabının özü bu olacak demiştin. Peki Çağla Ural bu konuda ne düşünüyor? Elinde bütün imkanlar olsa hangisini seçersin?
ÇU: Esra'cığım, doğrusu bu seçimi yapmak çok da kolay olmayabilir. Bir hanedana ait olma düşüncesi çoğumuza başta fazlasıyla cazip gelebilir. Bir Sultan olarak doğmak veya Sultan'ın, Prens'in eşi olmak, peri masalını yaşamak, yemeklere, kutlamalara başımızda tacımızla katılıp hürmet edilmek, mücevherler ve güzel giysilerle günümüze başlamak, devletin ve halkın geleceğinde söz sahibi olmak veya yön vermek cazip bir hayal olabilir, ama ben peri masallarının artık geçmişte kaldığını düşünüyorum. Günümüzün dünyasının gerçekleri artık çok farklı. Bizler, artık aileden bize miras kalan ismimiz, ünvanımız ile değil, aldığımız eğitim, gittiğimiz okullar, iş, sanat, spor veya başka dallarda kazandığımız başarılarla kendimizi farklılaştırıyoruz. Hanedan ailelerinin de sorumlulukları ve toplum içindeki imajları geçmişten günümüze çok değişti elbette. Örneğin İngiltere'de Lady Diana, yaptığı sosyal yardım çalışmaları ve projeleri ile sadece İngiltere halkının değil, tüm dünyanın sevgisini kazanmış, hanedana örnek olmuştu. Lady Diana, o dönemde Aids konusunda farkındalık yaratmış ve Afrika'da mayın tarlalarının temizlenmesi konusunda çalışmıştı. İki oğlunu, Prens William ve Prens Harry'yi de küçük yaştan itibaren sosyal yardım çalışmalarına dahil etmişti. Bunlar yapılmayacaksa, hanedan olmanın bir anlamı olmaz.
Sıradan olunup Hanedan gibi başarılar edinilebilir, aynı şekilde Hanedan olup Sıradan biri sade ve normal yaşanabilir.
EÖ: Çok güzel söz :) Hanedan demişken Megxit hakkında ne düşündüğünü de çok merak ediyorum. Yani Meghan ve Harry'nin Hanedan'dan ayrılma kararları ile ilgili olarak ne düşünüyorsun?
ÇU: Doğrusu bu kararı ilk başta şaşkınlıkla karşılamıştım. Amerikalı bir Hollywood yıldızının İngiltere prensi Harry ile tanışması ve evlenmesi kulağa gerçek bir peri masalı gibi gelmişti en başta. Meghan Markle'ın, Prens Harry ile bir peri masalını anımsatan bir düğünle evlenip, Sussex Düşesi olduktan sonra, bu yaşamdan vaz geçme ve hanedan ailesinden uzak yaşama kararı tam bir sürpriz bana. İlk şaşkınlığımı atlattıktan sonra, çifti böyle bir karara iten nedenleri düşünmeye başladım. Ben, çocukluğumdan beri gerçek bir Prenses Diana hayranı olmuşumdur. Zarafeti, masum ve hüzünlü güzelliği, evliliğindeki mutsuzluğu yaptığı hayır işleri ile gizlemeye çalışması beni çok etkilemiştir. Dolayısı ile Prens William ve Prens Harry'e Prenses Diana'nın çocukları olmaları nedeniyle ayrı bir sempati beslemişimdir. Meghan'ın Kraliyet ailesi tarafından aslında kabul görmemesi, gazeteci ve paparazzilerin takipleri ve olumsuz yazılarının Prens Harry'i etkilediğini, özellikle paparazzilerin tacizlerinin kendi annesinin ölümünü hatırlattığını, bu nedenle kendi eşini korumak için bu kararı aldığını anlayabiliyorum. Meghan'ın ise, bir Hollywood yıldızı iken İngiltere'de yeterince kabul görmemesi ve gelinler arası çekişmede Kate Middleton'un gölgesinde kalmaktan hoşlanmadığı için Prens Harry'e baskı yaptığını düşünüyorum. Elbette çiftin arzu ettikleri, istedikleri yerde yaşama hakları olmalı ama umarım uzun vadede Prens Harry İngiltere'den ve ailesinden uzak kalma kararı aldığı için mutsuz olmaz.
EÖ: İşletme ve Bankacılık mezunusun. Türkiye'de finans sektöründe çalıştın. Sonra 20 küsur yıl önce eşinle beraber Amerika'ya taşındınız. Bir müddet Birleşmiş Milletlerde çalıştıktan sonra ilk oğlunun doğumu ile işten ayrıldın. Şimdi kendini iki erkek evladı annesi ve yazar olarak tanımlıyorsun. Peki finans ve BM'de çalışırken hiç böyle hayallare daldığın olur muydu? Yani kafandan senaryolar geçirdiğin, ortamı gözlemlediğin durumlar ve içinde bir yazma isteği olur muydu? Yazarlık isteğinin lise yıllarından beri varolduğunu başka röportajlarında söylemiştin zaten. Benim merak ettiğim iş hayatındayken de bu içgüdü var mıydı?
ÇU: Evet, küçük yaşlardan beri hem çok okumaya hem de yazmaya merakım olmuştur. Roman yazma hayalim de lise yıllarıma dayanıyor, o dönemlerde bazı hikâye denemelerim de olmuştu. Hatta bir gazetenin yarışmasına yazımı gönderip derece ve ödül kazanmıştım. Öğrencilik yıllarımda Kafamda hikayeler kurgulardım, okuduğum romanları 'ben bu romanı yazsaydım, nasıl yazardım, sonunu nasıl değiştirirdim' diye yorumlardım. Çok fazla kitap okunan bir evde büyüdüm zaten. Hem öğretmen olan annem çok fazla okurdu, hem de doktor olan babam, hem ağabeyim. Babamın da zaten yazdığı bir tıp kitabı var. Ancak üniversiteye giriş dönemlerimde roman yazma hayalime vakit ayıramadım. Önce, Marmara Üniversitesi İşletme bölümünü ardından da yine Marmara Üniversitesinde Bankacılık Yüksek Lisans programını bitirdim ve Finans sektöründe çalışmaya başladım. Eşimle birlikte New York'a taşınınca, Birleşmiş Milletler'de göreve başladım. New York'ta yeni hayatıma adapte olurken, sanırım yazar olma hayallerimi askıya aldım, ama dünyanın değişik yerlerden gelip Birleşmiş Milletler'de çalışan arkadaşlarımın hikayelerini hep dinledim ve kafamda ilginç hikayeler kurdum. Bu arada hep çok okumaya devam ettim. Yazarlık hayatıma bir roman tercümesi ile başladım, ardından ilk romanımı kaleme aldım.
EÖ: Yazarlık tarzın nedir?
ÇU: İlk romanım VE MÜZİĞİN SUSTUĞU AN tarihi bir roman değildi ancak farklı kültürlerdeki olayları birleştiren bir hikaye idi. Amerika'daki bir liseye yapılan silahlı saldırı ve Kuzey Kore'den kaçan bir genç kadın aynı hikayenin parçalarıydılar.
ESİR ŞEHİRDE BİR KADIN ise tarihi bir roman , işgal dönemi Türkiye'sinde geçen bir aşk ve aile hikayesi.
Asıl tarzım olarak tarihi romanları görüyorum çünkü tarihi yazmak ve okumak hoşuma gidiyor. Aynı zamanda romanlarımda tarihin daha az bilinen ilginç yönlerini işlemeyi seviyorum. Romanlarım (yeni yazmakta oldugum roman da dahil) birden fazla ülkede geçiyor, bu geçişleri yapmak hoşuma gidiyor.
EÖ: Hayatının herhangi bir döneminde, hiç Amerika'da birgün yaşayacağın aklının ucundan geçer miydi?
ÇU: Rahmetli Babam doktordu, Almanya'da baş hekimdi, ben orada doğdum. Malum, Avrupa'da büyüdüğüm için çocukken tatillerimi İngiltere'den İtalya'ya kadar değişik ülkelerde geçirdim. Dolayısı ile yabancı ülkelerde yaşama bana hep doğal geldi, ama Amerika'ya gelme düşüncesi açıkçası yoktu aklımda. Ancak eşim ile, ikimiz de Türkiye'de Amerikan firmalarında çalışmaya başladığımız dönemde bu düşünce ortaya çıktı, zaten bizim Amerika'ya gelişimiz de eşimin firmasının kendisine New York merkez ofisine transfer teklifi ile oldu.
EÖ: Amerika'ya taşındığınızdaki hedeflerinizle, şimdiki hedeflerinizi karşılaştırınca nasıl farklılıklar görüyorsun?
ÇU: Amerika'ya 20 küsur yıl önce taşındık. O dönem genç ve yeni evli bir çift olarak New York'tan beklentimiz, dünya görüşümüz, planlarımız, vizyonumuz bugünden elbette çok farklıydı, öyle olması da çok doğaldı. Buraya gelirken planımız üç yıl kalıp Türkiye'ye dönmekti ama öyle olmadı. Eşimin işi nedeniyle kalışımız uzadı, ardından çocuklarımız doğdu, ve hayat bizi buraya bağladı. İki oğlumuz da burada büyüdüler, büyük oğlum üniversiteyi bitirip işe başlıyor. Bütün bunlar tabii bizim hayata bakışımızı değiştirdi. Biz aile olarak burada kendimize yeni bir yaşam kurarken, mümkün olduğunca Türkiye'mize de uzak kalmamaya, ailemizi sıkça görmeye çalıştık. Benim kalbim halen iki kıtada atıyor, hem Türkiye'deki ailem için hem de buradaki eşim ve çocuklarım için. Bundan sonra, kendimle ilgili en büyük hedefim kitaplarımı "Çok Satanlar" listesinde görmek ve romanlarımın sinema filmine dönüşmesini izlemek.
EÖ: Dededen atadan İstanbul'lusun. Ama artık Amerika'dasın ve belki de ömür boyu burdasın. Çocukların da muhtemelen burda kök salacak. İnşallah torun torbaya da kavuşacaksın eskilerin deyimi ile. Bu tablo, ilerdeki olası Çağla sana neler hissettiriyor? Eminim - Allah hepimize uzun ve sağlıklı ömür verirse tabi - sen de kendini ileriki yaşlarında hayal ediyorsun? İstanbul'da bir daha yaşayamama fikri sana nasıl geliyor? Biraz bahseder misin?
ÇU: Evet, aileden İstanbul'luyum. Ama dediğim gibi çocukluğum hep yurt dışında geçti. Her zaman dediğim gibi, ben yaşamımda hep Dünya vatandaşı oldum aslında. Çocuklarımız burada büyüp burada okudular, muhtemelen yaşamlarını da burada geçirecekler. Ama eşim ve benim gönlümüzde ileride zamanımızı New York, İstanbul ve Ege arasında geçirmek var. Sonuçta ne kadar New York'lu olmuş olsak da, hiçbir şey Kadıköy'den vapura binip İstanbul manzarası seyrederek Beşiktaş'a geçmenin, Moda'da çay bahçesinde oturup denize karşı çay içmenin, veya Ege'nin bir kasabasında masmavi denize ve adalara karşı sevdiğinle el ele oturmanın yerini tutamaz. Bizler artık Global bir çağda yaşıyoruz, sınırları biraz olsun kaldırmayı başardık sanırım. İstanbul'un sadece bir uçak yolculuğu ötesinde olduğunu bilmemiz içimizi ferahlatıyor ve uzaklıkları dayanılır kılıyor.
EÖ: Zaten roman gibi bir ailede büyümüşsün. Eski Şehirde Bir Kadın romanın zaten ailenden gelen hikayelerle de süsleniyor. Bize bu durumu kısaca özetler misin? Eminim sen yazar olduğunda aile ve akrabaların hiç şaşırmamıştır. Öyle mi?
ÇU: Roman gibi bir ailede büyüdüğüm doğru. Rahmetli anneannem hayatta iken bize çocukluk ve gençlikleri ile ilgili hikayeler anlatırdı ve bunlar bana inanılmaz ilginç gelirdi. İstanbul Moda'da bir köşkte büyümüşler, tüm kardeşler iyi eğitim almak üzere dönemin en iyi okullarına yollanmışlar. Anneannem de, aynı Esir Şehirde Bir Kadın'da yazdığım gibi Çamlıca Kız Lisesi'ne yatılı gitmiş. Atlı arabalarla her hafta sonu evlerine dönüşünü, eğlencelerini anlatır, bir yandan da bize piyano çalardı. Çok renkli bir insandı gerçekten. Annem, emekli coğrafya öğretmeni, gençliğinde yaşadığı ilginç olayları ve anılarını müthiş bir enerji ve zevkle anlatma yeteneğine sahiptir. Sadece annemi dinleyerek bile emin olun birkaç roman yazabilirim. Annem benim yazmayı sevdiğimi gayet iyi bildiğinden benim roman yazma fikrime her zaman destek oldu.
EÖ: Eşinin ve oğullarının kitap yazma sürecindeki destekleri nasıl oldu?
ÇU: Eşim bana bugüne kadar her konuda her zaman destek olmuştur, ona bu konuda ne kadar teşekkür etsem az. Yazdıklarımı paylaşmaya hazır olduğum zaman, zevkle ve heyecanla okur, fikrini paylaşır.
Çocuklarım yıllarca beni anne olarak gördükleri için sanırım ilk başlarda biraz da temkinli yaklaştılar yazarlığıma. Ama benim ne kadar azimle ve şevkle çalıştığımı görünce bana inanılmaz destek verdiler. Romanım kitapçılarda raflara çıkınca iki oğlum da benimle ne kadar gurur duyduklarını söylediler ve bu tabii ki beni çok mutlu etti. Şimdi her İstanbul'a gidişimizde kitapçılara gidip benim romanlarıma bakıyorlar. Kitap imza günlerimde, söyleşilerde ailem hep yanımda bana eşlik ediyor. Geçen kış İstanbul'da bir radyo programına çıktığımda iki oğlum benimle stüdyoya gelip bana destek oldular ve onların yanımda olması bana inanılmaz bir mutluluk verdi.
EÖ: Örnek aldığın bir yazar var mı? Ya da yazarlar kimler? Türkiye'den ve tüm dünyadan.
ÇU: En beğendiğim, her kitabını büyük bir heyecanla okuduğum Amerikalı yazar Jodi Picoult. Bana göre inanılmaz bir yazma ve kurgu yeteneği olan müthiş bir yazar. Öylesine hayranıyım ki, ben de daha yazar olmadan, eşim bana sürpriz yapıp bana Jodi Picault'un bir söyleyişi için bilet almıştı. Hayranlıkla dinlemiştim kendisini, hani derler ya, büyünce kim gibi olmak istersin diye, ben sanırım Jodi Picoult gibi bir yazar olmak isterim derdim. Her kitabında toplumun farklı bir ilginç konusuna değiniyor, otizm, dindarlık, sağlık veya ilişkiler. Okuyucu kendisini her kitapta büyük bir sürpriz son ile karşı karşıya buluyor. Sanırım Esir Şehirde Bir Kadın'ı yazarken bundan etkilendim ve okuyuculara müthiş bir sürpriz son hazırladım! Kitabımla ilgili en fazla aldığım yorum bu oldu zaten. Türkiye'den ise Elif Şafak okumayı seviyorum. Özellikle İskender en beğendiğim eseri.
Yazar Çağla Ural ile sohbetimizin 2. bölümü Pazartesi günü devam edecek...
Haberin linki: https://www.abdpost.com/cagla-ural-hayalimde-amerika-yoktu-ama/28163/
No comments:
Post a Comment