Featured Post

Yeşil Kart Bir Çözüm müdür?

YEŞİL KART BİR ÇÖZÜM MÜDÜR? Üniversite’de iken daha çok okey, tavla oynamak için öğrencilerin gittiği bir kahvehane vardı. Orada bir ark...

Monday, September 11, 2017

TANIŞMA



Gazete Bursa, 11 Eylul 2017

Sevgili Bursa’lı Okuyucularım,

Sizlerle ilk defa buluşmanın sevinç ve heyecanını yaşıyorum. Bu ilk yazımda ne yazayım diye düşünürken birden neden düşünüyorum ki dedim. Bu bir ilk tanışma – buluşma, o zaman ben de kendimi sevgili okuyucularıma tanıtayım, onlar da emaillerle kendilerini bana tanıtsınlar değil mi? Her ilk karşılaşmanın bir tanışma dönemi vardır.

Ben 17 yıldır Amerika’da yaşıyorum. Hani şu hepimizin bildiği “Rüyalar Ülkesi” ve de “Macera Dolu” Amerika. Gerçi ne kadar rüyalar ülkesi olduğu artık tartışılır ama macera dolu olduğu kesin! Bu hafta sonu Florida’yı vurması bekleyen Irma kasırgasından da anlayabiliriz ki Amerika’da adrenalini yükselten heyecan hiç durmuyor. Gerek doğal afetleri ile, gerek eline silahı alıp rastgele sağa sola ateş ederek ortalığı kasıp kavuran beyinsel özürlü katilleri ile, gerek her türlü özgürlüğe evet diyen ama aynı zamanda her türlü ırkçılığa da evet diyen garip halkı ile (say say bitmez o nedenle burda kesiyorum) Amerika’nın maceralarla dolu olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Dünya üzerinde hiçbir ülkede bu kadar çok aksiyon bir arada olmuyor (halihazırda savaş halinde olan ülkeler hariç tabiki.) Aksiyon dolu Amerika da diyebiliriz. Bakın hemen yeni bir slogan buldum! Macera dolu Amerika denmesinin bir diğer sebebi de buraya gelen göçmenlerin burda tutunabilmek için ve de yaşadıkları kültür sokundan dolayı maceradan maceraya atılmaları nedeniyledir. Şu ülkeye sonradan ayak basıp da herhangi bir şekilde macera yaşamamış çok az insanla tanıştım. Ey hayat sen nelere kadirsin! En “ben yapmam”, “ben etmem” “aa çok ayıp” vs diyenlerin bile neler yaptıklarını, yapmak zorunda kaldıklarını gözlerimizle gördük, kulaklarımızla işittik. Ne markette elma parlatan subaylar, ne ev temizleyen satınalma müdürü bayanlar gördük. Demekki neymiş? Asla “olmaz olmaz deme olmaz olmaz”!!!!! Olur olur, bal gibi olur!! (Sevgili Asu Maralman’ın kulakları çınlasın.) Bu arada Amerika Birleşik Devletleri yazmak uzun olduğu için kısaca Amerika diyeceğiz ama aslında Amerika bütün kıtayı kapsıyor ama sizler de biliyorsunuz ki kısaca Amerika deyince biz ülkeyi anlıyoruz. Bunu da burda kısaca açıklayalım.

Şimdi diyeceksiniz ki ee tamam anladık 17 yıldır Amerika’dasın da ne yapıyorsun orda, anlat bir hele? Evet haklısınız, yediğim, içtiğim (naneler) bana kalsın ben size gezip gördüklerimi anlatayım. Efendim, ne dediniz? Yediğim içtiğim naneleri de mi anlatayım? Tamam yahu, siz Bursa’lı okuyucularımı mı kırıcam, onları da anlatayım, burası serbest kursu, Allah ne verdiyse herşeyi dökelim ortaya bir. Bir Fransız Atasözü der ki: “Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur.” Yani bu ne demek? Hiç birimiz vazgeçilmez değiliz. Bu dünya Sultan Süleyman’a da kalmamış. O nedenle hiçbirşeyi içinizde saklayarak öbür dünyaya göçmeyin sonradan size orda ağırlık yaparlar mazallah (bu arada hepimize Allah gecinden versin, laf nerelere geldi yahu?) Ama aynı zamanda da sadece sizin bildiğiniz, sadece size ait bazı sırlarınız olsun ki onları aman ha hiçkimse ile paylaşmayın. Bu arada İstanbul Üniversitesi, İşletme Fakültesi’nden sayın Hocam Prof. Tuğray Kaynak’ın kulaklarını çınlatıyorum. Kendisinin bir lafıdır bu, hiç unutmadığım: “Kendi kendinle başbaşa kaldığın zaman hiçkimsenin bilmediği sırların olsun.” Evet Hocam bu lafınızın anlamını yıllar sonra çok iyi anladım. Şöyle ki söyleme sırrını kimseye, onun da vardır bir sırdaşı. İllaki paylaştığınız bir sırrı, paylaştığınız kişi, ne kadar iyi niyetli olursa olsun o da biriyle paylaşıyor o nedenle neyi paylaşıp neyi paylaşmayacağınıza iyi karar verin. Aslında en önemli kural şu: Konuşmadan önce düşünün yani düşünmeden konuşmayın, lafın nereye gideceği hiç belli olmuyor. Valla ben de her zaman yapamıyorum, insanız işte bazen düşünmeden kelimeler çıkıveriyor ağzımdan. Her zaman kontrollü olmak mümkün değil. Napalım işte azı karar, çoğu zarar, idare edip gidiyoruz hepimiz. Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız.... bu reklamı hatırlayanlar bana email atsın! Aynı dönemin çocuklarıyız demektir! Artık Osmanlı Bankası da kalmadı, o eski reklamlar da… Yahu lafı ne kadar da dolandırdım değil mi? Olsun, ne güzel sohbet ediyoruz işte, benim bir şikayetim yok, ya siz?

Efendim, ne demiştik 17 yıldır Amerika’dayım, çifte kavrulmuş vatandaşım. Çekilişten yeşil kart kazanıp geldim. (Ondan önce bir sene Amerika’da İngilizce dil okulunda öğrenci idim, onu bir başka yazımda detaylı anlatırım.) Biliyorum şimdi bu yazıyı okuyanların içinde mutlaka o çekilişe başvuranlar vardır. Meşhur yeşil kart çekilişi. İngilizce ismi ile Green Card Lotary. Hay çıkmaz olaydı diyene de rastladım desem yalan olur ama çıktığı için de ihya olana çok az rastladım. Mesela ben! İhya olmadım. Türkiye’deki hayatım çok daha iyiydi yeminle. Burda hepimiz bir, iki hatta üç basamak alta iniyoruz yaşam kalitesi ve sosyal statü anlamında. Bir nevi mazoşist bir yaşam. Sen ordaki fıstık gibi hayatını bırak, gel burda sıradan bir vatandaş seviyesinde bile olamadan debelen! Eee ne demişler hamama giren terler. Biz de kendimiz bile bile seçtik bu yolu, geri dönüş yok. Bir şekilde başaracağız. İşte Amerikan rüyası dedikleri bu olsa gerek. Sürekli bir rüya alemi içindesin. Ama aslında kabus mu görüyorsun belli değil. Ha bugün çıkıcam, ha yarın çıkıcam derken rüyadan çıkıp düzlüğe ulaşamıyoruz. Ne demek istediğimi ileriki yazılarımda anlayacaksınız. Şu anda anladığınız kadarını söyleyeyim: Dışı seni, içi beni yakar! Benim yazılarımı takip ederseniz ileriki zamanda mutlaka burdaki hayattan ve yaşadığımız zorluklardan ve kolaylıklardan (tabiki herşey de kötü değil) azar azar bahsedeceğim.

Meslek olarak İnsan Kaynaklarını seçtim çünkü kendime en uygun iş olarak onu gördüm ve de bir gün bile pişman olmadım. Beni yakından tanıyanlar karakterim ile yaptığım işin ne kadar uyuştuğu konusunda hemfikirdirler. Allah herkese sevdiği işi yapmayı nasip etsin, dünyadaki en büyük mutluluklardan biri. Benim en büyük şansım diyebilirim. Çünkü zor zamanlarımda hep kariyerime sığındım ve kariyerim beni hiç yanıltmadı, bana hiç nanik yapmadı, beni hep yüceltti. En sevmeyerek çalıştığım şirketlerde bile yaptığım işi hep çok sevdim. Benim için dünyanın en güzel mesleği. Sizler için de eğer yaptığınız iş size dünyanın en güzel mesleği olarak gözükmüyorsa hemen o işi bırakın ve sevdiğiniz işi yapın. Mutluluğun kesin altın kurallarından biri budur. Bir diğeri de ruh eşinizi bulabilmek tabi. O konular çok derin girdik mi çıkamayız. Ama gene bir başka Prof. Hocamın kulaklarını çınlatacağım, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi’nden sevgili Hocam Prof. Ömer Aksu, bize mezun olurken okulun son gününde şu öğüdü vermişti: “Çocuklar işinizi bulun, ama önce eşinizi bulun.” Eh işte görüldüğü gibi ikisi başabaş gidiyor: İyi bir iş ve iyi bir eş bulmak hele bu devirde gerçekten çok zor. Ama siz gene de aramaktan asla vazgeçmeyin. Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi: “Aramakla bulunmaz ama bulanlar hep arayanlardır.” Bu sözü de Amerika’da sevgili doktor arkadaşım Filiz Sen’in rahmetli babası, Gaziantepli emekli Türkçe öğretmeni, sevgili Ahmet Şen babamızdan öğrenmiştim, nur içinde yatsın. Maalesef bu sene kaybettik kendisini. Bize hep şiirler okur, öğütler verirdi. Dünyadaki en güzel şeylerden biri hala yaşıyorken, gün görmüş, geçirmiş insanlardan öğütler alabilmek. Eğer etrafınızda böyle insanlar varsa değerini bilin ve de mümkün olduğu kadar onlardan öğütler alın.

Evet mesleğim insan kaynakları iken sonradan içimdeki yazma ve kamera hevesi ile biraz medyatik ortamlara dalış yaptım. Hem de biraz değişiklik iyidir diyerek farklı alanlara açılım yaptım. Son 5-6 yıldır muhtelif online gazetelerinde köşe yazıları yazıyorum. Ayrıca iki yıldır sosyal medya üzerinden video çekimleri yaparak Amerika’daki hayatı dünyanın heryerindeki Türk takipçilerime ve de aynı zamanda yabancı takipçilerime de göstermeye, anlatmaya çalışıyorum. Son 10 yıldır da şirketlere eleman bulma ve insan kaynakları danışmanlığı hizmeti veren bir firmam var Amerika’da (HRLink Consulting, Inc.) Eleman ve iş arayanlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda New York’ta belediyeye bağlı taşeron bir iş ve işçi bulma kurumunda İş Geliştirme Yöneticisi olarak çalışıyorum. Gördüğünüz gibi her yere yetişmeye çalışıyorum (maşallah diyelim, nazarlara gelmeyelim.) Her tarakta bezimiz var yani (bu sözün bir de maydanozlu çeşidi var artık siz anlayın.)

New York şehrinin 5 ayrı ilçesi var. Bunlara Borough deniyor. Borough’un Türkçede tam bir karşılığı yok. Yani bölge desem bölge değil, ilçe desem ilçe değil. En güzel benzetme İstanbul üzerinden yapılabilir. Zaten New York ve İstanbul demografik olarak birbirine çok benziyor. Nüfus hemen aynı: 15,000,000 civarında (yazıyla 15 milyon, vay vay vay). İkisi de son derece kozmopolit, dünya merkezi şehirler. Tabi New York borsası nedeniyle Manhattan dünyanın kalbi durumunda. İki şehir de birçok bölgelere ayrılmış durumda. New York’un bir bölgesi mesela Beşiktaş olabilir, o da semtlere ve şehirlere ayrılmış durumda. Ama gene de birebir denk gelmiyor. Ben gene de Borough’a ilçe diyeyim. Bu 5 ilçe şunlar: Manhattan, Queens, Brooklyn, Bronx, Staten İsland. Ben en büyük ilçesi olan Brooklyn’de halihazırda ikamet ediyorum son üç yıldır. Ondan önce çok taşındım, bir ara onları da anlatırım. Şu ana kadar toplam 34 eyalet, 11 ülke gezdim. Amerika’nın 50 eyaletini de gezip görme hedefim var. İnşallah gezdikçe sizlerle de paylaşırım gözlemlerimi. Aynı zamanda bundan öncekileri de. Türkiye’de de çok gezdim. Gerek turistik olarak, gerekse de bir memur çocuğu olarak. Bu bakımdan gerçekten çok şanslıyım. Rahmetli babaannem benim göbek bağımı çöpe atmış. Sağolsun. Ogün bugündür ben gezgin gibi, göçebe gibi geziyorum. Hani pek şikayetçi olduğum da söylenemez aslında. Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi bilir? Siz karar verin, ben ikisinden de vazgemem!

Bu arada göbek bağından söz etmişken bahsetmeden geçemeyeceğim bir yeni girişim var. Girişenlerden biri de Amerika’dan arkadaşım ve aynı zamanda benim şirketim HRLink’teki ekibimizden Sevgili Nezih Üzümcüoğlu. Nezih ve arkadaşları çok güzel ve enteresan bir şirket kurdular. Adı: Göbek Box. Ne mi yapıyorlar? Dünyanın neresinde olursanız olun, bebeğinizin göbeğini onlara postalıyorsunuz bir kutu içerisinde ve onlar da Amerika’da istediğiniz bir okulun (veya başka bir kurumun) bahçesine gömüyorlar. Detayları web sitelerinde bulabilirsiniz. Ne kadar ilginç değil mi? https://www.göbekbox.com/

Aşağıda iletişim bilgilerimi bulacaksınız. Bana yazın. Özellikle merak ettiğiniz, üzerinde durup, incelememi ve irdelememi istediğiniz, araştırmamı istediğiniz veya deneyim ve gözlemlerimi sizlerle paylaşmamı istediğiniz konuları paylaşın benimle böylece ben de okuyucu kitlesine yönelik yazılarla karşınıza gelmiş olurum. Ayrıca eleman bulma, iş arama veya yönetim danışmanlığı konularında yardıma ihtiyacınız olursa da bana yazın. Türkiye’de de iş ortaklarımız var. Gerek Türkiye’de, gerek Amerika’da sizlere yardımcı olmaya çalışırız, bundan mutlu oluruz. Asıl benim köşe yazılarım kariyer üzerine başlamıştı ancak hayat tecrübem de çok zengin olduğu için yazılarımda aynı zamanda genel olarak hayatla ve özellikle Amerika’daki hayatla ve bu hayatı Türkiye’deki ile karşılaştırmakla devam etti. Bu şekilde de okuyucularımdan da gelen talepler üzerine şekilleniyor bakalım bu macera da bizi nerelere götürecek. Aman beni Güzin Abla yapmayın, sonra gerçek Güzin Abla darılır, onunla papaz olmayalım. Ben dertlilerin dermanı, kimsesizlerin kimi değilim. Yani çok özel problemlerinize yetişemeyebilirim. O nedenle yazılarımda genel çerçeve içerisinde kalacağız. Hepberaber araştırıp, öğrenip, paylaşacağız. Her yazımda ben de birşeyler öğreniyorum, ufkum gelişiyor, illaki birşeyleri araştırmış oluyorum, ya da geçmişte unuttuğum birşey aklıma geliyor. Yani her zaman yazar–okur ilişkisi iki taraflıdır.
Bu kadar muhabbet yeter. Kısa kes Meges! (Bu reklamı da hatırlayanlar, benimle aynı jenerasyon demektir.) Yazımın başlığı “Tanışma” ve altına da Bursa’nın meşhur kestane şekerinin resmini koydum. Değerli Gazeteci Sayın Muharrem Karabulut Beyefendi ile New York, Manhattan’daki Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’na ait (BTSO) güzide Türk Ticaret Merkezi’nin açılışında tanıştık. O da Allahın izni peygamberin kavli ile beni Gazete Bursa’ya istedi, biz de beni verdik gitti!! Bu kestane şekerleri de o kız isteme töreninden. Eee beşi bir yerde alamadık bari kestane şekeri alalım değil mi? Öyle tamamen bedavaya da gitmek yok. (Bu arada Muharrem Bey, kestane şekerimi bekliyorum!) Kestane kebap, yemesi sevap! (İlkokul zamanlarından aklımda kalan güzel bir tekerleme.)

Facebook sayfamızı takip etmeyi unutmayın: https://www.facebook.com/HRLinkConsultingİnç/

Hepinize sevgiler, bir sonraki yazımda görüşmek üzere.

Esra Öziskender
İnsan Kaynakları Uzmanı / Danışman / Gazeteci – Yazar / Şair
HRLink Consulting, Inc.
E-mail: hrlink.consulting@gmail.com
http://hrlinkconsulting.wixsite.com/hrlink
https://twitter.com/HRLinkConsultin
https://www.linkedin.com/in/hrlinkconsulting123