Featured Post

Yeşil Kart Bir Çözüm müdür?

YEŞİL KART BİR ÇÖZÜM MÜDÜR? Üniversite’de iken daha çok okey, tavla oynamak için öğrencilerin gittiği bir kahvehane vardı. Orada bir ark...

Monday, October 16, 2017

Selim ve Bedri Karşı Karşıya







“Mutluluk basit insanlar içindir.” Sonsuz Okyanus, BB

“Kramer, Kramer’e Karşı” filmini bilenler hatırlar. 5 Oscar ödüllü, 1979 yapımı bu şahane filmde bir anne ve bir babanın, ayrılmalarının akabinde çocuklarına en yakın ilgi, sevgi ve şefkati verebilme konusunda birbileri ile yarışmalarına seyirci oluyoruz. Yarışı her kim kazanırsa çocuğun velayeti onda kalacak çünkü. Avery Corman'ın romanından uyarlanan bu film gerçek bir kült kategorisine girmiştir. İşte Bedri Baykam ve Selim Targan karşılaştırması da böyle birşey. Eğer her ikisini de karşı karşıya getirme imkanımız olsaydı, birbirlerini daha iyi tanımaya ve kitaptan fırlayıp gerçek benliklerini bulmaya çalışırlardı. Selim ve Bedri bir madalyonun iki yüzü gibi ve her konuda birbirleri ile yarışıyorlar.

Benim bu yazımı derinden anlayabilmeniz için şu trilogy’yi okumanız lazım: Harika Çocuk, Sonsuz Okyanus ve Kemik. Bu üç kitabın da yazarı Bedri Baykam, zaten ilk ikisi otobiyografi ve de dünyanın en içten yazılmış, en detaylı otobiyografisi bu iki kitap. Öyle ki sizi eski Türkiye’ye, Paris’e, San Francisco’ya, New York’a, Adana’ya, İstanbul’a, Ankara’ya, Bodrum’a alıp götürüyor. Bir insanın iç dünyası ile dış dünyası arasındaki bütün çarpışmalara seyirci oluyor, o insanla birlikte bindiği kayıkta okyanusun dalgaları arasında bir sağa, bir sola savruluyor, sonra sıcak bir anne kucağında şefkat buluyor, sonra gene karlı bir kış günü, bolca yağan tipinin altında o şehirden öbürüne, bir ilişkiden diğerine, bir hayat mücadelesinden öbürüne savrulup duruyorsunuz. Tam dinlendim oh tamam şimdi işler yoluna girdi derken bu sefer sizi ummadığınız bir haber, bir terk, bir aldatma, bir ihanet, bir politik olay sarsıyor. İki kitaptan oluşan bu otobiyografi aynı zamanda bir ülkenin sanata bakış açısı ile sanatçının o ülkeye bakış açısını bir araya getirmesi nedeniyle çok önemli. Bu otobiyografi bir başarı öyküsü değil. Bir serüven. Eğer kendinizi o serüvene kaptırıp giderseniz tekrar bulunduğunuz zamana geri dönmeniz biraz zaman alacak şimdiden söyleyeyim. Şu anda çoğunlukla ne o insanlar, ne o mekanlar, ne de o olaylar var ama her iki kitap da sizi bambaşka bir dünyaya misafir ediyor. Hatta o dünyadan hiç çıkmak istemiyorsunuz.

Selim Targan da Kemik romanının kahramanı. Kemik romanı da sizi gelecekteki bir Türkiye’ye, Bedrivarı serüvenlerle ışınlıyor. Bir anda kendinizi Jetgiller çizgi filmindeki gibi (en sevdiğim çizgi filmdir) ultra teknolojik bir Türkiye’de buluyorsunuz ama tüm bu ileri teknolojiye rağmen insan ilişkileri hep aynı; hırs, intikam, aşk acısı, ihanet, evlilik, çocuk sahibi olma arzusu, akrabalık ilişkileri vb. Selim Targan sanki Bedri Baykam’ın içinden fırlamış. Bedri Baykam, Selim Targan’ı doğurmuş yani. Ya da ikiz kardeş olarak doğmuşlar, tek yumurta ikizleri, öyle birşey işte. Zaten Sonsuz Okyanus ve Kemik çok içiçe, çok fazla benzerlikler ve birbirinden etkilenmeler var. Hani sanki Kemik bir film yıldızı olsa Sonsuz Okyanus da figüranlık yapardı, ya da tam tersi.

Romanları okurken roman kahramanlarının fiziksel özellikleri hakkında çok da detay verilmez, yazar bizim hayal gücümüze bırakır biraz da. Belki yazar da bilmez neye benzediklerini sonuçta bu bir resimli roman değil ki, bir roman. Ben Selim’i hep kumral ve uzun boylu hayal ettim hani biraz Kıvanç Tatlıtuğ havasında yakışıklı bir adam aynı zamanda da son derece zampara, kadın düşkünü ve de olabildiğince kalpsiz. Evet kalpsiz. Hatta acımasız. Çünkü birlikte olduğu kadınların gözyaşları onu hiç mi hiç etkilemediği gibi, sanki kadınlara acı çektirmekten hoşlanıyor gibi de bir havası var.

Bedri Baykam hem sulugözlü, hem romantik, hem hisli, hem de sürekli aşık olan bir adam. Hatta iç içe aşklar yaşama kapasitesi var, yani birine aşıkken bir diğerine de (sevgili rahmetli anneannem Lütfiye Aydınlar’ın tabiriyle) bulaşık olabiliyor. Aynı anda bu kadar kıza aşık olmak (dikkatinizi çekerim aşık olmak) öyle her babayiğidin harcı değil. Aynı zaman dilimi içinde birkaç kızdan hoşlanıp birlikte olabilirsiniz ama aşık olmak cidden çok komplike bir ruhsal yapıyı ve birikimi (ve de beline güvenmeyi) gerektirir işte o da Bedri’de var.

Selim ve Bedri’nin ortak yanlarını ve farklılaştıkları noktaları sıralayayım öncelikle; Mesela Selim daha bağımsız. Ailesi yok (anne ve babasını kaybetmiş) ve bir aile kavramı da yok ama Bedri ailesine çok düşkün ve hep bir aile kurma özlemi içinde; özellikle bir çocuğunun olmasını çok istiyor; buna karşılık Selim bu düşüncelerden nefret ediyor. Selim geleceği fazla düşünmüyor sadece anını yaşıyor. Bedri hem geçmişi, hem de geleceği çok fazla düşünüyor.

İkisi de kadınlara çok düşkün ama Bedri’nin romantik ve melankolik bir yanı da var, ayrıca kadınlara saplantı derecesinde bağlanabiliyor, Selim’de ise bu duygular yok denecek kadar az. Bağlanmaktan da son derece korkan ve kaçan biri. Selim daha modern belki de, Bedri’de hala bir Adanalı klasik Türk erkeği izleri var. Ayrıca Bedri’nin “Ben her haltı yerim, fiziksel olarak zaten sadece bir kadına bağlı olamam ama sen bir erkekle bir kahve dahi içemezsin” sözlerinden de aslında ne kadar klasik bir Türk erkeğini içinde barındırdığını görebiliyoruz ama bunu sadece sevdiği ve bağlandığı kadınlara söylüyor, her birlikte olduğu kadına değil, çünkü bir de Bedri’nin günlük çekirdek niyetine birlikte olduğu kadınlar var ki onlardan Allahtan bahsetmiyor kitabında yoksa kadın trafiğinden kafayı yememek mümkün değil çünkü bir noktadan sonra artık takip edemiyorsunuz. Şöyle örnek vereyim: Aşık olduğu kadın ziyarete gelecek diye sevincinden, bir başka sevdiği ve hoşlandığı kadınla birlikte olabiliyor (kitabı okurken birçok kereler çüş demeye hazır olun.)

Her ikisinin de hayran olduğu bir kadın var hayatlarında. Ve bu kadınlar güçlü ve kariyer sahibi, sadece kariyer sahibi olmayıp kendi alanlarında isim yapmış kadınlar. Güçlü, zeki ve başarılı. Selim’in hayran olduğu ve taptığı hatta aslında gizlice farkında olmadan bağlandığı kadın Naciye Yurdum, örnek bir bilim kadını ve örnek bir insan. Bedri’nin hayran olduğu ve vazgeçemediği kadın Helena Anliot, zeki ve başarılı bir sporcu. Ama gene söylüyorum, bir kadına hayran olmaları da onları diğer kadınlarla birlikte olmaktan alıkoyamaz! Öyle bir kalp var ki onlarda, kareli defter gibi bölümlere ayrılmış, her bir bölmede bir kadın, ayrıca her bir bölme de kendi içinde iç bölmelere ayrılmış, oralarda da birer kadın. Matrix gibi ilişkileri büyük ustalıkla idare ediyorlar hem de her bir kadına gerekli ilgi ve sevgiyi de göstererek. O nedenle bu romanları okuyan kadınlar asla “Tuuuuh lanet olsun senin erkekliğine pis adam” diyemiyor. Öylece şaşkın bir şekilde bakakalıyor. Hatta belki de vay be dünyada ne şanslı kadınlar varmış bile diyorlardır kimbilir. Ben ne mi dedim? O da bana sır kalsın. Ben otobiyografi yazmamaya karar vermiş bir insanım sonuçta. Yazsam profesyonel yaşantımı, arada özel hayatıma dokundurmalarla yazarım o kadar. Bedri Baykam gibi bu kadar açık seçik ve içten bir şekilde otobiyografi yazmak için önce delirmeniz sonra da tekrar delirmeniz sonra deliliğin zirvesinde iken tekrar delirmeniz lazım. İçiçe delirmeler yaşamadan akıllı ve sağlam kafa ile yazarsanız mazallah sizi köşe başında dilenirken bulabiliriz aklınızı kaybetmiş bir şekilde. Hatta henüz biraz olsun delirmemiş bir insansanız bence hiç okumayın bile bu kitapları eğer beyninizin hücrelerinin zedelenmesini istemiyorsanız. Siz böyle mutlu, mesut, akıllı bir insan olarak hayatınıza devam edin. Bozmayın dengeyi. Ürkütmeyin beyninizdeki vakvakları (bu üç kitaptan sonra kısa süreli, senkronize halde üst üste delirmeler yaşadığımı itiraf ediyorum. Libidonuz da tavan yapabilir, afrodizyak yerine bu üç kitabi okuyun.)

İkisi de gününü gün ederken, zaman kavramının anlam ve önemini çok iyi kavramışken, Bedri’nin bu konuda daha bilinçli olduğunu görüyoruz. Çünkü arşivcilik merakı ile Bedri yaşadığı her anı tarihe kayıt etmeyi unutmuyor. İlerde bu bilgileri kullanacağının farkında olarak. Ayrıca geleceği de planlıyor. Selim bu konuda daha dağınık olmasına rağmen, rüyalarını kayıt altına aldığı için belki içten içe o da ilerde bu bilgileri kullanmayı düşünüyor. Sanki Selim tekonolojiye daha çok düşkün gibi bunda Selim’in daha ileriki bir zamanda olması hayal edilen bir Türkiye’de yaşamış olmasının da payı var tabiki. Bedri’de hem geçmiş hem de kitabın yazıldığı zamandaki Türkiye ve hatta dünyayı biraz olsun öğrenme şansımız var.

Sex ikisi için de bir fuel – benzin. Onsuz yaşamaları, hatta nefes almaları mümkün değil. Hangisinin daha düşkün olduğu konusunda bir karşılaştırma yapmıcam. Çünkü ikisi de bu konuda başabaş gidiyor ve ikisi de sekste sınır tanımıyor. Bu arada seks konusunda kendisini en açık fikirli ve yaratıcı kabul edenlerin bile beynini dumura uğratacak sahnelere hazır olun. Siz daha hiçbir şey bilmiyorsunuz.

Selim yanlızlıkların adamı ama Bedri her zaman etrafında arkadaşları, ailesi, akrabaları, hayranları vb olmasını çok seven biri. Bedri yalnız kaldığı zaman üretiyor. Üretmediği zamanlarda yalnız kalmıyor.

Selim hayatı akisina göre yaşayan biri, Bedri ise hayatı kontrol altında tutmayı seviyor.

İkisi de işlerini iyi yapmaya uğraşıyorlar. Ama sanki Bedri bu konuda bir ömür adamış gibi. Selim gene her zamanki soğukkanlılığı ile olaya yaklaşıyor. Şu anda elimden gelenin en iyisini yaparım, ilerisi beni o kadar da ilgilendirmez. Olayları akisina birkamayı seviyor. Çok fazla kontrol altına almaya çalışmıyor, aslında çok fazla kontrol edemeyeceğinin de bilincinde. İkisi de kendilerine en uygun meslekleri seçmişler. Ne az, ne fazla.

İkisi de aslında genç kadınlardan hoşlansalar da, olgun kadınların anlayışlı olması ikisini de cezbediyor. Çünkü ikisinin de başı kızlarla çok fazla belaya giriyor. Eee nerde çokluk, orda kakalık. Bu kadar kızlarla haşır neşir olunca illaki problemler çıkacak. İkisi de bunun farkında ama ikisi de yollarından dönmüyorlar.

İkisini de yaşlanmak çok korkutuyor ama Bedri bu konuda daha tedbirli önlemlerini almış gibi. Yaşlanınca ne yapacağını biliyor. Selim için yaşlanınca ne yapacağı gibi bir konu hiç gündeme bile gelmedi. Tabiki ikisi de genç ruhlar olarak ölene kadar genç kalacaklar ama fiziksel olarak yaşlanmanın da kaçınılmaz bir son olduğunun Bedri daha çok farkında. En azından çok ileriki yaşlarda. Bu arada ikisinin de ölüme yaklaşımı aynı: Her an, her yerde başımıza gelebilir, asla hazırlıklı olamazsın!

Bütün bu yorumlardan sonra sanki bana öyle geliyor ki Bedri aslında olmak istediği insanı yazmış Kemik romanında, belki de Selim, Bedri’nin iç dünyası, aslında varolmak istediği adam. Bedri, Selim’i doğurmuş ama neden böyle doğurmuş? Çünkü Selim, Bedri’den bağımsız olarak onun asi ve kabına sığmayan yönü. Sanırım Bedri’ye Bedri yetmemiş bir de Bedri’nin Selim versiyonunu yaratmış.

Böyle bir üçleme Türk edebiyat tarihinde bir daha zor yazılır. Eşi benzeri olmayan bu üç kitabı da mutlaka alıp okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Bu üç kitabın birleşiminden oluşan tek bir kitabı hem Türkçe, hem İngilizce olarak kitapçılarda görmeyi arzu etme dileklerimle birlikte burdan yazara selam olsun.

Siz siz olun, arada bir Selim gibi parlak gecelerde, gökyüzündeki yıldızlara bakıp hayal kurmayı; Bedri gibi beyaz peynirle çilek reçelini karıştırıp yemeği unutmayın.

Hayatın güzelliği detaylarda gizlidir.

Esra Öziskender
İnsan Kaynakları Uzmanı / Danışman / Gazeteci – Yazar / Şair
HRLink Consulting, Inc. / http://hrlinkconsulting.wixsite.com/hrlink
hrlink.consulting@gmail.com / https://www.facebook.com/HRLinkConsultingInc/
https://twitter.com/HRLinkConsultin
https://www.linkedin.com/in/hrlinkconsulting123


Thursday, October 5, 2017

Amerika Rüyasi: Rüya Mı Gerçek mi?



(American Dream is the ideal that every US citizen should have an equal opportunity to achieve success and prosperity through hard work, determination, and initiative. Amerikan Rüyası, her Amerikan vatandaşının azimle çalisarak başarı ve refaha ulaşmada eşit fırsatlara sahip olması gerektiğini savunan bir idealizmdir.)

Amerikan Rüyası lafı sadece bu ülkeye özgü bir terimdir ama acaba gerçekten de her göç edene bir rüya mi gördürür bu ülke? Hepsinin rüyalari gerçekleşir mi? Yoksa dışı seni, içi beni mi yakar?

Gelin hep beraber gerçek Amerika hikayelerine bir bakalım ve düşünelim. Olaylar gerçek olup eyaletler değiştirilmiştir.

California’da bir Türk çift var. Her ikisi de İTÜ’den mezun mühendisler. Okulda tanışıp evlenmişler, Türkiye’de beş sene iş hayatında çalıştıktan sonra kendilerine lotary’den yeşilkart (greencard) çıkmış ve Amerika’ya göç etmişler. Buraya kadar normal bir hikaye olarak gözüküyor. Ancak işte bütün problemler bundan sonra başlıyor. Türkiye’de her ikisinin de bir işi ve oturdukları güzel bir evi ve geleceğe yönelik hayalleri varken bakın burada neleri var. Küçük bir apartman dairesinde kalıyorlar, ara ara yanlarına ev arkadaşı alıyorlar geçinebilmek için. Tam iki senedir bilfiil iş arıyorlar ve bulamıyorlar. Buldukları en iyi işler geçici olarak yapabilecekleri alt düzey işler. Artık hayallerini ve umutlarını da kaybetmek üzereler ve bir çıkış yolu arıyorlar.

Yeşil kartları olmasına rağmen neden bu kadar zorlanıyorlar iş bulmakta dersiniz?
Herşeyden önemlisi yabancı dil, İngilizceleri çok iyi düzeyde değil, ilerletmeye çalışıyorlar. Ancak hem geçim derdi, hem de iş arama yoğunluğu içerisinde İngilizce’ye adam akıllı odaklanıp ilerletmeleri çok uzun zaman alacak. İkincisi mühendis olarak Amerika’da hiç tecrübeleri yok ve Türkiye’de aldıkları eğitim ile burada nasıl çalışabilirler açıkçası ben de bilemiyorum. Bildiğim tek şey bazı mühendislik alanları için buradan ek ders almalarının gerektiği, çünkü mühendislik– mimarlık gibi teknik mesleklerde öğretilenler ve uygulamalar ülkeden ülkeye değişiyor(birkaç başka meslekte olduğu gibi.) Şimdi bir çözüm olarak doktoraya kayıt olmayı düşünüyorlar. Böylece okulda kalıp kariyer yapma şansları olabilir ancak birçok kişi bu yolu denediği için ve de doktora yaptıktan
sonra okulda kalma garantisi olmadığı için o çözüm de pratikte ne kadar işleyecek bilemiyoruz.

Ekonomi eğer bu kadar kötü olmasaydı belki şansları daha fazla olabilirdi ama ekonominin bozuk olduğu ve uzun bir süre daha düzelmeyeceği beklenilen böyle bir dönemde yabancı bir ülkeden gelmiş, İngilizcesi çok iyi ve akıcı olmayan, Amerika’da hiç profesyonel iş tecrübesi ve eğitimi olmayan birinin yeşil kartı dahi olsa kariyer yapması çok zor. Şansının çok yaver gitmesi lazım ki bulunduğu yerde hakikaten onun niteliklerine uygun bir iş açığı olacak ve de başka kimseyi de bulamıyor olacak bu şirket, belki o zaman işe alınması mümkün olabilir. Kaldı ki örneğimizdeki çift beraber iş aradıklarından her birinin ayrı bir eyalete gidip çalışması da pratikte pek mümkün değil. Aynı lokasyonda iş aramak zorunda olmaları da ayrı bir engel.

Texas’ta bir başka çift; onlar da Türkiye’de üniversiteden mezun olup, avukat olup gelmişler buraya, lotary’den yeşil kart çıkmış. Onlar hiç avukatlık işi aramadılar bile. Çünkü avukatlık yapabilmeleri için kesinlikle ek dersler almaları (hatta belki de yeniden okumaları) gerekiyor. Kanunlar tamamen farklı bildiğiniz gibi. Dolayısıyla direkt olarak bir lokanta açtılar. Şimdi bir bebekleri oldu ve lokantacılıkla geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar, çok süper gitmiyor ama en
azından kendilerini geçindiriyorlar. Avukatlık diplomalarını da sandığa kaldırdılar. En azından çocuklarına güzel bir gelecek sağlamak için bu ülkeye geldikleri düşüncesi onları biraz olsun rahatlatıyor.

Connecticut’ta bir çift, gene aynı şekilde yeşil kartla gelmişler. Erkek Türkiye’den bilgisayar uzmanı emeklisi, eşi de muhasebe müdür yardımcısı emeklisi. Şimdi ne mi yapıyorlar? Erkek bir fabrikada işçi olarak çalışıyor, bayan da temizliğe gidiyor.
Sebep: İngilizceleri yok denecek kadar az. Amerikan sistemini, eğitim sistemini, çalışma ortamını hiç bilmiyorlar ve bu şekilde bir profesyonel hayata atılmaları çok zor. Kendilerini geliştirmeleri lazım ama geçim derdi olduğu için ona da zaman ayıramıyorlar ve bu durum tam sekiz yıldır bu şekilde devam ediyor.

Virginia’da bir çift, bayan Türkiye’de pazarlama müdürü imiş, eşi de satış müdürü. Şimdi bayan son dört yıldır çocuk bakıcılığı yapıyor, eşi de taksi şoförlüğü, yeşil kartla gelmişler ve şu anda her ikisi de vatandaş.

Doktorları saymıyorum bile çünkü doktorların işi çok zor, eğitimlerinin büyük bir bölümünü burada tekrar almak zorunda oldukları için bir çoğu hiç girişmiyor bile, zaten eğer evli ve çocukları varsa böyle bir “yeniden hayata başlama” şeklinde bir plan çok da uymuyor onların aile düzenlerine.

Hep evlilerden örnek verdim, bekarlar içinde de yeşil karta rağmen zorluk çekenler var tabi ki ama onların işi biraz daha kolay sanki çünkü en azından sadece kendilerini geçindirmek zorundalar, bir de teorik olarak (pratikte bu herkes için mümkün olmasa da) iş neredeyse oraya taşınmaları daha kolay. O nedenle onlar daha serbest bir şekilde iş arıyorlar. Ancak Maine’de oturan bir arkadaş, yeni vatandaşlığını aldı, son üç yıldır araba yıkama atölyesinde işçi olarak çalışıyor, Türkiye’den işletme bölümü mezunu.

Ne iş olsa yaparım, yeter ki oraya bir kapağı atayım, nasılsa bir şekilde yolunu bulur kariyerime de devam ederim mantığı her zaman, her yerde ve herkes için işlemiyor maalesef ve günler, aylar, yıllar su gibi gelip geçiyor. Çok arkadaşımız var bu şekilde, bir de dönüp bakıyorlar ki on-yirmi yıldır Amerika’dalar ama ideallerindeki işi yapma anlamında bir arpa boyu yol alamamışlar.

Güzel örnekler yok mu? Tabi ki. Çok var hem de. Ama bu seferki yazımda Amerika rüyasını gerçekleştirmek için bu ülkeye gelip aradıklarını bulamamış ya da bulmuş ama kaybetmiş vatandaşlarımızdan biraz söz ederek çok fazla pembe hayallerle gelinmemesine değinmiş olduk.

Herkesin hayalleri tek tek gerçekleşsin İnşallah. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.


Esra Öziskender
İnsan Kaynakları Uzmanı / Danışman / Gazeteci – yazar / Şair
HRLink Consulting, Inc.
(646) 660-0031 (What’s App)
http://hrlinkconsulting.wixsite.com/hrlink
hrlink.consulting@gmail.com
https://www.facebook.com/HRLinkConsultingInc/
https://twitter.com/HRLinkConsultin
https://www.linkedin.com/in/hrlinkconsulting123

Wednesday, October 4, 2017

KAÇ KAPI ÇALABİLİRSİNİZ?



Beş yaşındayken babası vefat etti.

16 yasında okulu terk etti.

Daha henüz 17 yasındayken 4 işi bırakmıştı.

18 yasında evlendi.

18 – 22 yaş arası tren yollarında işçi olarak çalıştı.

19 yasında ilk defa baba oldu.

20 yasındayken karısı, kız bebeklerini de alarak annesinin evine gitti.

Orduya katıldı fakat beceremedi.

Hukuk fakültesine devam edip çalışırken başarısız oldu.

Sigorta satıcısı oldu ama gene başarısız oldu.

Sonunda küçük bir kafede bulaşıkçı ve aşçı olarak çalışmaya başladı.

65 yasında emekli oldu.

İlk emekli maaşı hükümetten gelen $105’lik bir çekti.

Kendi kendini büyük bir hayal kırıklığı olarak görüp, intihar etmeye karar verdi.

Bir ağacın altına oturup veda mektubu yazmaya hazırlanırken birden kendini eğer elinde imkan olsaydı hayatta neler yapabileceğini yazarken buldu ve bir anda aslında daha yapmak istediği çok şey olduğunu fark etti.

Herkesten iyi yapabileceği birşey vardı o da aşçılık! İlk defa 7 yasında ailesi için ekmek pişirmişti ve mutfakta çok iyiydi. Herkes onun pişirdiği, ekmeklere, kurabiyelere, yemeklere bayılıyordu.

Bir arkadaşından $87 borç aldı ve bu para ile tavuk eti satın alıp onları kendi icat ettiği tarife göre kızarttı. Bu tarifte tam 10 çeşit baharat kullanmıştı.

Ve kızarttığı bu tavukları satmak için Kentucky eyaletinde, mahallesindeki bütün kapıları çaldı.

65 yasındayken intihar etmeyi düşünen bu adam, 88 yasında bütün dünyanın tanıdığı bir multi milyarder oldu.

KFC yani Kentucky Fried Chicken bugün dünyanın ikinci büyük restorantlar zinciridir.

Dünyanın 123 ülkesinde, 20,000 lokasyonda hizmet veriyor. KFC’in kurucusu bu kişinin adı Colonel Şanders. 1890 Indiana doğumlu Şanders, 1980 yılında 90 yasında Kentucky’de vefat etti.

Colonel Şanders’le 1979 yılında yapılmış bir röportajı burdan izleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=my_S6ctwu7Q

Simdi sıkı durun, işin püf noktası burda: Colonel Şanders tam 1009 kere “Hayır” cevabını aldı, ilk “Evet” cevabını almadan önce. Sorduğu soru şuydu: “Benim icadım olan değişik bir tarifle kızarttığım tavuklardan denemek ister misiniz?” 1009 kapıyı çaldı ilk deneyecek müşteriyi bulabilmek için, elinde kızarmış tavuklarıyla. 1010. kapıyı açan kişi olur denerim dedi ve herşey çorap söküğü gibi gelişti. Denedi, beğendi, komşusuna da önerdi. Böyle Colonel Şanders isim yapmaya başladı. Önce bir gaz istasyonunda ufak bir lokanta açtı ardından ilk defa temsilcilik (frenchise) verdi ve herşey hızla gelişti.

Bu hikayeyi ben yıllar önce duymuş ve çok etkilenmiştim. İngilizcede “İt’s a numbers game” diye bir terim vardır. Yani ne kadar çok sayıda bir işi yapar, dener, üstelersen o kadar çok başarıya ulaşırsın. “Bu bir sayı oyunu” da diyebiliriz. Hele ki bugün itibarıyla 313 milyon nüfusa sahip Amerika’da çaldığınız kapı kadar başarıya ulaşma ihtimalinizin o derece yüksek olduğunu düşünebilirsiniz. Aynı şekilde 2016 verilerine göre nüfusu 79,814,871 olan ülkemiz Turkiye’de de. Tabi kendinize güveniniz sonsuz ise. Eğer kendinize, yeteneklerinize ve ortaya çıkardığınız ise güveniyor ve başarılı olmaya inanıyor ve fırsat verildiğinde başarılı olacağınıza eminseniz asla vazgeçmeyin. 1000 kişi hayır dese de en sonunda size bir şans verecek o bir kişiyi bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Ama eminim ki birçok insan değil 1000, 100. kapıda pes eder ve motivayonunu kaybeder. Siz onlardan olmayın. Başarının en büyük anahtarı azimdir.

Calvin Coolidge’nin güzel bir özdeyişi var: “Hiçbirşey azmin yerini tutamaz. Yetenek dersek; dünyada bir sürü yetenekli ama başarısız insan var. Deha desek; keşfedilmemiş dahilerle dolu dünya. Eğitim desek; Dünya başarısız ve mutsuz eğitimli insanlarla dolu. Ancak azimle, yılmadan yorulmadan hayallerinin peşinde giden insanlar başarıya ulaşırlar. Azmin yerini hiçbirşey tutamaz.”

Yaşa takılmayın, hiçbir zaman geç değildir. Amerika’da 40-50-60 yasında ikinci eğitim veya üniversite eğitimi veya bir meslek eğitimi yapan insan sayısı çok fazla. Allah önce sağlık versin. Sağlıklı olduktan sonra bu dünyada her yaşta herşey mümkün.

Burdan başka bir konuya atlamak istiyorum. Bu konu benim uzun zamandır Türk Televizyonlarında gözlemlediğim bir konu. Hazır sırası gelmişken bundan bahsedeyim. Biliyorsunuz ki Türk TV dizi yapımcıları son 10 yıldır büyük bir ilerleme kaydedip TV Diziciliği konusunda dünyanın sayılı ülkeleri arasına girmeyi başardılar. Bu açıdan onları kutluyorum. En son Amerika’nın ardından dünyada ikinci seçildik bu alanda. Hiç ummadığım ortamlarda, hiç ummadığım kültürlerden insanlar bizim dizilerimizden bahsediyor. Geçen sene rastgele Queens, New York’ta karnımı doyurmak için girdiğim bir Kolombiya restorantında yemeğimi yerken gözüm duvardaki televizyona takıldı. Gözüme son derece tanıdık gelen oyuncuların oynadığı bir dizi vardı. Sesini duyamıyordum ama duysaydım da zaten İspanyolca’ya dublaj edilmişti. Yarım saat sonra fark ettim ki televizyonda benim de bir zamanlar beğeni ile izlediğim “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisi oynuyor. Çok şaşırdım ve çok sevindim tabiki.

Muhteşem Yüzyıl’ı nerdeyse bilmeyen kalmadı. Bunun gibi çok daha fazla dizi sayabiliriz, sizler eminim benden çok daha iyi biliyor ve takip ediyorsunuz. Biz yurt dışında biraz kaçırabiliyoruz takibi tabiki ama gene de ne yalan söyleyeyim her hafta beş tanesini birden hiç aksatmadan takip eden arkadaşlarım da var. Onlara burdan bravo diyorum.

Türk dizileri Kuzey Afrika’dan Çin’e kadar geniş bir coğrafyada izleniyor. Artan dizi satışlarıyla dizi ihracatı 300 milyon dolara ulaşmış durumda.

Şimdi gelelim asıl söylemek istediğim konuya: Benim dikkatimi çeken şu: Hiç Amerika dizilerindeki anladığımız anlamda bir kişinin mesleki başarısını konu alan diziler yok bizim ülkemizde. Hiç dikkatinizi çekti mi? Mesela diyelim ki bir Anadolu gencini ele alalım, ismi de İsmail olsun (rahmetli dedemin ismi – babamın babası – İsmail Öziskender, nur içinde yatsın.) İsmail bir Anadolu kasabasında yaşayan mazbut bir gencimiz olsun ancak imkanları kısıtlı olsun. Fakat İsmail çok çalışarak ve azmederek şimdi İstanbul’da veya Ankara’da vs başarılı bir meslek sahibi veya iş adamı olsun biz de onun başarı öyküsünü bir TV dizisi olarak izleyelim. Aslında Anadolu’nun bağrından çıkmış çok başarılı insanlarımız var, gerçek örnekler var sıfırdan senaryo yazmaya bile gerek yok, bir otobiyografi bile yeter ama nedense böyle TV dizileri hemen hiç çevrilmiyor ülkemizde, neden acaba? Ya da başarılı bir sporcunun hayatı, başarılı bir sanatçının hayatı vb. İllaki gerçek bir hayat olması da gerekmez tamamen hayal ürünü bir senaryo da olabilir.

Ama nedense bizim halkımız mı ilgilenmiyor yoksa dizi yapımcıları ilgilenmeyeceklerini mi düşünüyorlar bilmiyorum ama bu tip dizi konularına hiç rastlamıyoruz. Eğer ben yanılıyorsam lütfen örnekleri ile beraber bana emailleyin. Tabiki gözümden kaçan bir iki tanesi olmuş olabilir ama geneline bakacak olursak dizilerin konuları genellikle şu şekilde: Tarihten gelen hikayeler, aşk, intikam, kan davaları, husumet, komedi, trajedi, polisiye, mafya, az da olsa doktorlar, komiserler, öğretmenler, avukatlar, yargıçlar vb. Azimle çalışıp hayatta başarılı olmuş insanların hayatı veya herhangi bir şekilde böyle uydurulmuş bir hikaye üzerine kurgulanmış bir dizi ben çok fazla hatırlamıyorum, çok fazla dedim hiç demedim çünkü eminim birkaç tane vardır (diye düşünüyorum, ya da sonradan aklıma gelebilir.)

Şimdi burada doktora tezi yazacak şekilde bunun nedenlerini tartışmayacağız tabiki – ki böyle bir konuya girersek çıkamayız çok derin
olur – ama benim hep ilgimi çekmiştir. Bu tip konular genel olarak bir aşk acisi çekmekten daha fazla ilgi çekmiyor sanırım toplumda. Halbuki bence özellikle genç insanlarımıza başarılı olma azmi ve hırsını aşılaması başımından bu tip başarı örneklerini gösteren dizilere de ihtiyacımız var diyerek konumuzu şimdilik burda sonlandıralım.
Herkesin hayallerine ulaşması dileğiyle… Şimdi şöyle bir geriye doğru yaslanıp düşünün bakalım.. Eğer başarmayı çok istediğiniz bir hedefiniz olsaydı veya halihazırda varsa, kaç kapı çalarsınız?

Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. Bana her türlü konuda yazıp danışabilirsiniz. Eleştiri, öneri ve yorumlarınızı da bekliyorum.

Sevgiler,

Esra Öziskender
İnsan Kaynakları Uzmanı / Danışman / Gazeteci – yazar / Şair
HRLink Consulting, Inc.
(646) 660-0031 (What’s App)
http://hrlinkconsulting.wixsite.com/hrlink
hrlink.consulting@gmail.com
https://www.facebook.com/HRLinkConsultingInc/
https://twitter.com/HRLinkConsultin
https://www.linkedin.com/in/hrlinkconsulting123